Aarvad’dan önce, İsimsiz Yaratıcı’nın yarattığı, her biri ayrı güzellikte olan yedi farklı gezegende hüküm süren yarı tanrılar o kadar güçlendiler ki nereden geldiklerini unuttular. Küstah, kendini beğenmiş ve acımasızdılar. Zamandan bağımsız, ölümden uzak yaşadıkça artık sapkınlaştılar. İsimsiz yaratıcı onları kendi suretinden yarattığında cömert davrandı. Onlara güçler bahşetti ve oturup izledi. Yarattıklarının neler yapabileceğini görmek istedi ancak gördükleri onu mutlu etmedi. Yarı tanrılar aralarında savaştı ve kan döküldü. Yaratıcı, sadık yardımcısı yok edici Marduk’u görevlendirdi. Marduk büyük bir kuyruklu yıldıza dönüştü ve yedi ayrı gezegeni ve üzerinde yaşayan üstün varlıkları yok etti. Gezegenler yok olduğunda ortaya çıkan enerji çok büyüktü. İsimsiz Yaratıcı düşündü ve yeniden denemeye karar verdi.
Bu sefer ölüm ve yaşam olacaktı. Bu sefer acı olacaktı. Yaratıklar, eğer yaşamak istiyorlarsa, savaşacaklardı. Yaşamayı hak etmeliydiler. Yaratıcının emri ile Marduk içinde fırtınalar ve afetlerle, önceki dünyalara göre barınması çok daha zor olan Aarvad’ı yarattı. İçine ateş ve suyu, dağları ve gökyüzünü koydu. İsimsiz Yaratıcı ortaya çıkan yeni dünyadan mutlu oldu. Tek eksik ölüm ve yaşamdı. İsimsiz Yaratıcı gün boyunca Aarvad’da dolaştı. Günün getirdiklerine tanık oldu. Güneşi izledi, onun doğa üzerindeki etkilerine tanıklık etti. Ardından gözlerini kapadı ve Yaşamın ve güneşin Tanrısı, oğlu Arius’u yarattı. Gece olmuştu. İsimsiz Yaratıcı gece boyunca Aarvad’ı dolaştı. Bir ormanın içine girdi, dağları aştı ve bir mağara da gözlerini kapadı. Karanlığın ne olduğunu anladı ve rüyasında kızı Naru’yu gördü. Gözlerini açtığında karanlığın ve ölümün tanrıçası, yıldızlar kadar güzel Naru karşısında oturmaktaydı. İsimsiz Yaratıcı onlara gücünün bir kısmını bahşetti ve Aarvad’ı terk etti ve izlemeye başladı.